BU ASLA BİR ''UMUT VAR'' YAZISI DEĞİL.
Doğru Yeri Bulmak Üzerine
Canım Mart’ın başındayız. Gün döndü mü dersin? Doğru yeri
buldurup, evet ora ora, tam da ora! devam et! diyeceğimiz zamanlar yakın mıdır?
Bence yakındır. Çünkü depresyonu okumaktan, gözlemekten,
dinlemekten yorgun düşüp okuduğunu anlayamayacağın raddeye ulaştırdığında,
anlatmanın da cemresi düşer. Yani ki 2 Mart okuyup, dinledin diye üçüncü Mart’ı
da dinleyerek geçirmek zorunda değilsin. Yaşadıklarını ufak ufak kusmaya
başladıysan, parmağını boğazına sen, en çok da kendin soktuğun için depresyonun
hâkimi de sensindir. Yanlış anlaşılmasın, bu asla bir ‘umut var’ yazısı değil.
Bu bir otonom öğrenme yazısıdır. Ama biraz kandırılmış bir otonomi. Ocak başı
restorana oturup kendin pişir kendin ye gafletine düşmek kadar kendin yaşa
kendin anlat yazısı. Hem depresyonumuza ihanet edecek kadar kofiannan değiliz
henüz. Unutmayalım ki Kıbrıs hala 1 devlet gibi görünen ama ortası çizik,
karnıyarık bi ada.
Hem depresyon bana bi bağ verdi. Ben bi salkım üzümü
esirgeyecek miyim? Tabi ki hayır. Bundan sonra olacaklardan ne bağcı sorumludur
ne de üzüm yiyen. Ama ola ki ocak başına oturup, kendi pişirerek balalarını
doyurduğunu zanneden bi göbekli adam kebabın şişini tam da karnına batırarak
intihar etsin, o zaman eylemliliğe, daha çok da performansa inanacağım. O
adamın intiharı bana asla karnıyarığı hatırlatmayacak. Buna da burada söz
veriyorum!
Benim olayım bu canım, en olmadık şeye inanmak, var olan ve
her gün olan hiçbir şeye de inanmamak. Olmayacak dualar için söz vermek. Sadece kafa sallamak. ‘Size de inandım’ der
gibi yapmak. Hem bağcıya inanırım hem üzüm yiyene. Ama ne bağcıyı kollarım ne
de üzüm yiyeni. Ben mikronun cazibesiyle tüm dünyayı anlamaya çalışıyorum.
İşte art arda iki Mart böyle geçti. Diyonisyen bi gözle, hem
bağcı hem üzüm sevmekle, hem bağcı dövüp hem üzüm ezmekle. Şimdi sarhoş olmak
zamanıdır! Sarhoşluk da kusmak demek, topladığın her şeyi boca edip kusmak! Bu
yüzden kustuğun şey zafer değil. Bir ağırlığı yok, ortaya karışık kebabın daha
da karışıp kendi hâkimiyetini ele alır gibi yapıp dışarı savrulması. Zaferden
çok bi çeşit rahatlama. Tam da bu hikâyenin bocası gibi.
Geçen iki Mart zamanıyla okuduğum her şeye inandım. Hımm, o
da haklıymış dedim. Bu beni okuduklarımın kulu kölesi kılmadı. Aksine olanlara
katılarak kendimi dışarda tutmayı keşfetmişim. Eğer kendine mahkûmsam
başkalarının hükmü bi yerde geçersiz kalıyormuş. Orta yolculuğun sonunda
kendiliğin bilgisine varacağımı böyle böyle öğrenmişim. Dikkat ettiysen yazı
boyunca çokça ikileme bolca zarf kullandım. İstedim ki bu biçim de o ‘ne biçim
kaypak bi hayat’ hikâyesine şeklen uysun. Uydurmak benim işim. Unutma, her şey
‘orayı bulana kadar’ yaptığımız kıvrak dil hareketleriyle ilgili. Devamında
titreyerek boşalıyor insan.
Azmi P.
Yorumlar
Yorum Gönder